Gölbaşının Sesi

Gölbaşının Sesi Ankara Gölbaşı İnternet Gazeteciliği
www.golbasininsesi.com Ankara Gölbaşı'nın haber ve yorum gazetesi

Gölbaşı’nın köklü esnaflarından  1958 yılında Artvin Ardanuç’tan ilçemize göçen Berber Necati Yılmaz'ın kısa hikayesini ...
26/04/2025

Gölbaşı’nın köklü esnaflarından 1958 yılında Artvin Ardanuç’tan ilçemize göçen Berber Necati Yılmaz'ın kısa hikayesini anlatacağım. Kendisi olduğu gibi kardeşleri ile de ilçemizde her daim göz önünde olmuştur.

Berber Necati mahlasıyla anılan Necati Yılmaz büyük abisi Gölbaşı’nın nahiye olduğu 1970’li yıllarda bekçibaşı olarak görev yapıyordu. Bekçibaşı olan abisi şu anda 97 yaşında olup, Keçiören’de yaşıyor.
Diğer abisi Zeki Yılmaz ise marangözlük, hırdavatçılık gibi esnaflık işleri yaptı, Gölbaşı'nda yaşıyor.

Diğer kardeşi olan Zikri hoca mahyalı Zikri Yılmaz elektrikçi mesleğinin yanısıra ilçemiz merkez camisinde bir süre müezzinlikte yapıyordu.
Zikri hoca yaklaşık 10 yıl önce 2-3 yıl arayla oğlu Mustafa Yılmaz ve Bahattin Yılmaz ile sonrasında eşini de çeşitli hastalıklardan dolayı kaybederek büyük acılar yaşadı. Mekanları cennet olsun.

Gölbaşı’na gelip, Güdüllü berber İbrahim Demir’in yanında 3 yıl çalıştıktan sonra, Hükümet Caddesi güzergahında 1964 yılında ilk dükkanını açan Berber Necati Yılmaz, 1973 yılından beri de şu andaki yeri olan (Anadolu Sofrası Lokantasının yanı) berber dükkanında oğlu Recep ile birlikte çalışmalarını devam ettiriyor. İlçemizde en uzun zamandan beri berberlik yapan esnaflardan olup, 60 yıllık esnaflık geçmişine sahip ve bugüne kadar yanında 10’dan fazla çırak yetişti.

Gölbaşı'nın ilk berberinden olup -1970'li yıllarda Mehmet Usta, İsmail Usta, Halil Usta, İbrahim Usta, Süphi Usta, İlyas Usta gibi ilçemizde esnaflık yapıyordu. Bu esnaflardan el alan,
1980'lı yıllarda, İlçemizin sosyal insanları olan berber Erdoğan Çelebi, Kadir Tosun, Yücel Işık ve Hulusi Gürpınar gibi berberlerinde ustaları arasında yer alıyorlar.

3 kız 2 erkek evlat babası olan Berber Necati Yılmaz, rahmetli Fethi Duruay ile birlikte 12 yıl Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği gibi STK’ların yönetiminde görev yaptı.

76 yaşında olmasına rağmen mesleğini halen severek yapıyor.

Berber Necati Yılmaz’ı tanıdıkça aynı zamanda geçmişte bu mesleğin eğitiminin nasıl verildiğini, nasıl berber olunduğunu da hatırlayıp, öğreniyoruz. Berberlik yapabilmek için 1964 yılında aldığı EHLİYETNAMESİ dükkanın duvarında asılı duruyor. Bu belge bizlere geçmişin kültürü ile birlikte meslek alanlarında uzman olabilmek için İMTİHAN KURULU tarafından ciddi bir sınavdan geçtiğini de gösteriyor. O dönem bir dernek yönetiminin sınavından geçmeden bu belge verilmiyordu ve verilen belge de şunlar yazıyordu.

“… 1964 yılında berberlik imtihanını kazanarak “Erkek Berberler Ehliyetnamesi”ni alıyor. Bu ehliyetname dükkanda halen durur ve üzerinde şöyle yazıyor. “Erkek Berberleri EHLİYETNAMESİ – (……Yukarıda açık kimliği yazılı ve fotoğrafı ilişik Necati Yılmaz’ın sanata İYİ derecede kalfa olduğu 28/08/964 tarihinde yapılan deneme de iş bu ehliyetname tasdiken kendisine verilmiştir. Dernek Başkanı Seyit Gürol, İMTİHAN KURULU – İmtihan Kurulu Başkanı B.Arısoy, ÜYE-S. Çaparca, M. İzmitli, A.Yazgan)”

Berber dükkanlarında da çok sohbetler yapılıyor, traş olunurken bile kişisel, kamusal düşünceler ortaya serilir, bazen kendimizi bazen de memleketi kurtaracak laflar edilir gider…

Birçok tanıdıkla da karşılaşmak mümkün oluyor.
Necati ustaya geçmişle ilgili bazı sorular sorarken, dükkanına bir genç girdi. Sima olarak tanıdım ancak ismini çıkaramadım. Kendisi beni tanıyormuş.
“Ben Alpaslan Koç’um, Kürt Maho’nun torunu, Şükrü’nün oğluyum” dedi.
1970-1980 dönemi aklıma geldi. Gölbaşı’na Kırşehir’den taşınan Kürt Maho mahyalı Tuglacı Mehmet Koç vardı. Zenginliği ve Ağalığı vardı. Mogan Gölü kıyısında kimsenin evi ya da tesisi yok iken Kürt Maho dayının 2 katlı, geniş bahçeli güzel bir evi vardı. Başında foteriyle paytonla evinden çarşıya gelip giderdi.

Kırşehirli Kürt Maho ilçe deki Kırşehirliler arasında ateş tuğla ocakları işletmesine öncülük edenlerden birisiydi. Babacan bir adamdı.

Torunu Alpaslan Koç’a, Maho dayının faytonuna ne olduğunu sordum. 1985 yılında vefat ettiğinde faytonu, Gölbaşı Belediyesi Atatürk Sahil Parkı’nda sergilenmek üzere belediye ye hibe edildiğini belirtti.

Sohbetlerin en güzel olduğu yer berberler, terziler…başta olunca Necati Yılmaz ustanın berber dükkanı da gelen müşterilerle veya tanıdıklarla böyle hoş sohbet ortam oldu.

İlçemizin köklü berber esnafı Necati Yılmaz ustaya Sağlıklı ve Huzurlu yaşam, gelen müşterilerine de sıhhatler dilerim.

Saygılarımla
Bayram Türkmez
26 Nisan 2025

Yozgat bölgesindeki kırsal kesimde konuşulan ağız/dil ile şiir yazan Ahmet Kaya'nın paylaşımını Yozgat Kadışehri ve Köyl...
26/04/2025

Yozgat bölgesindeki kırsal kesimde konuşulan ağız/dil ile şiir yazan Ahmet Kaya'nın paylaşımını Yozgat Kadışehri ve Köyleri Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği başkanı paylaştı... Dernek Başkanı Mithat Çoşkunsoy "Yozgat Kadışehri Yangı Köyümüzden Şair Ahmet KAYA Kardeşimizin yöremize özgü şivesi ile dizelere dökmüş olduğu duygular
Yozgat Kadışehri ve Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak
Şairimize bu güzel duygu ve düşüncelerinden dolayı teşekkür ediyor yüreğine ve kalemine başarılar diliyoruz" dedi.

SENSİZ BUAZIMDAN SOHUM GEÇMİYO

Kesildim inanki ekmekten aş'dan
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo
Farhı yoh gonümün heç gara gış'dan
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Mayıl mayıl uzahlara baharım
Gece gundüz hep canımı sıharım
Hasretinle nasıl başa çıharım
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Dizlerimi doodüm saçımı yoldum
Düşüne düşüne dert saabi oldum
Sayende bi deri bi kemik galdım
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Kepaam kesildi dutmuyo dizim
Uzagı yahını seçmiyo ğozüm
Ağrıyo sol yanım dinmiyo sızım
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Farhındayım sana çoh çoh ırahdım
Senin uçun helbet ben son durahdım
Gel diye gapıyı gıvıh bırahdım
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Ötoonler senden bi habar aldım
Sevincimden eyle dineldim galdım
Betim benzim attı sapsarı oldum
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Heç bi şeyde gayrı galmadı gozüm
Gırıldı telleri çalmıyo sazım
Garardı ocağım yanmıyo kozüm
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Delibaşım işde dokdüm iç'imi
Neyise yüzüme söyle suçumu
Bembeyaz ettin gabgara saçımı
Sensiz buazımdan Sohum geçmiyo

Ahmet KAYA (Delibaş)

24/04/2025

GÖLBAŞI’NIN MÜZİK KOROSU KONSERE HAZIRLANIYOR!

Gölbaşı’nın en sosyal müzik eğitim kurumu olan Mavi Çizgi Sanat Evi bünyesinde konser için koro çalışmaları devam ediyor.

İlçemizin ilk ve tek özel müzik korosu olan Mavi Çizgi Sanat Evi Nostalji Müzik Korosu Haziran ayında, Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde vereceği konsere hazırlanıyor.

İlçemizin sosyal insanlarından, Emekli Müzik Ögretmeni ve Eğitimcisi Yasemin Gül yönetimindeki koro 18 Haziran 2025 tarihinde Gölbaşı Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde konser verecek.

Koro da, her yöreden şarkı ve türküler olacak.

İlçemizden çok sayıda müzik severinde katılarak oluşturduğu, şef Yasemin Gül eğitimindeki koronun hazırlıkları tüm hızıyla devam ediyor.

Mavi Çizgi Sanat Evi, Eymir Mahallesi’nde 2011 yılında kurulmuş olup, uzman eğitimciler kadrosuyla Piyano, keman, yan flüt, gitar, ud, bateri, bağlama, solfej ve şan dersleri vermektedir. Ulusal ve Uluslararası birçok dereceleri olan Mavi Çizgi Sanat Evi, Sanat Eğitimi konusunda çeşitli ödülleri de bulunmaktadır. İlçemiz insanlarından oluşturulan Nostalji Müzik Korosu ile de Gölbaşılılara ücretsiz konser vererek sosyal projelere imza atıyor.

GÖLBAŞIGazi Osman Paşa Mahallesi’nin BANAZLI’sıKarşıyaka Mahallesi’nin KUNG-FU’su…        Bundan 40-50 yıl önceki televi...
24/04/2025

GÖLBAŞI
Gazi Osman Paşa Mahallesi’nin BANAZLI’sı
Karşıyaka Mahallesi’nin KUNG-FU’su…

Bundan 40-50 yıl önceki televizyon dizilerinin açık etkisi toplumumuzda görülüyordu. Çok kişi dizide kendine ya da arkadaşına özgü bir duruş bulur ve güzel yansıyorsa hemen o ismi lakap olarak alırdı/verirdi.

O yılların meşhur dizilerini eskiler hatırlar. 1984 yılında TRT1 de gösterilen “Kartallar Yüksek Uçar” senaryosunu Attilâ İlhan'ın yazdığı dizinin başrolünü Banazlı İsmail adıyla Sadri Alışık oynuyordu. İşte bizim Gölbaşılı İsmail’in de kabadayı duruşu filan olunca adını da arkadaşları oradan alıp, “BANAZLI İSMAİL” olarak verdi.

Gölbaşılı Banazlı İsmail, Haymana Yolu güzergahında bulunan Sümerbank’a bağlı Tiftik Yapağı Fabrikası’nda çalışıyordu, (özelleşince şimdi ortadan yok oldu) aynı zamanda Mogan Gölü’nde balıkçılık yapıyor, bir de düğünlerde ya da toplantılarda bağlama çalıp, türkü söylüyordu.
Esas adı İsmail Cüceömeroğlu olup, 73 yaşında Gölbaşı'nda ikamet ediyor.

Gölbaşı Karşıyaka Mahalleli KUNG-FU’nun hikayesi de var. 1973 yılında Bulgaristan’dan Gölbaşı’na göç eden KUNG-FU lakaplı Reşat Topçu 75 yaşında olup iyi bir kaleci olmasından dolayı Kung-fu ismini mahalleli vermiş. Halen Gölbaşı'nda ikamet ediyor.

1975’li yıllarda televizyonda KUNG-FU isimli bir dizi vardı. (Çekirge yani Kung-fu-sorun olunca hep ustasının dediklerini hatırlar ona göre davranırdı. Usta-Çırak ilişkisini de çok güzel verirdi)Dizideki aktör iyi karete bilen bir gezgin olup, her hafta bir beldeyi geziyor ve orada görülen olumsuzlara karşı duruyordu. Adaletsiz olanlara laftan anlamıyorsa kung-fu hareketleriyle dövüş sanatını sergileyip, dayak atarak adaletli duruşlarını sağlıyordu.

İşte bu diziden etkilenen Karşıyakadan mahalle arkadaşları Reşat Topçu’nun hem adaletli duruşundan, hem de iyi bir kaleci olup, uçarak topları yakalaması ve aktöre de benzemesinden dolayı KUNG-FU lakabını verdi.

Gölbaşılı Kung-fu’nun bir özelliği ise iyi bir kepçe operatörü olmasıydı. Gölbaşı Belediyesi’ne çalışmaya başladığında ilçe de kepçe operatörü bulunmuyordu. Yıllarca tek başına kepçe operatörlüğü yaptı ve sonunda Gölbaşı Belediyesi’nden emekli oldu.

Banazlı İsmail olan İsmail Cüceömeroğlu’na da, Kung-fu olarak bildiğimiz Reşat Topçu’ya da sağlıklı ve huzurlu yaşam dilerim.

Saygılarımla
Bayram Türkmez
24 Nisan 2025

Her 23 Nisan’da olduğu gibi bugün de en güzel milli bayramlarımızdan biri olan Milli Egemenlik Bayramımızı kutluyoruz. B...
23/04/2025

Her 23 Nisan’da olduğu gibi bugün de en güzel milli bayramlarımızdan biri olan Milli Egemenlik Bayramımızı kutluyoruz.

Bu bayram aynı zamanda bizim ilk milli bayramımızdır. 23 Nisan 1924’te “milli bayram” ilan edilmesiyle birlikte 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından dolayı 1 Kasım “Milli Hakimiyet Bayramı” olarak kabul edilmiş, fakat ilerleyen yıllarda 1 Kasım yerine 23 Nisan bayramı “milli hakimiyet bayramı” olarak kutlanmış, 1935’te de bu durum kanunlaşmıştır. 23 Nisan’ın bir çocuk bayramı olarak kutlanması ise eş zamanlı olarak gelişen bir süreçtir. 1923 yılından itibaren çocuklarla ilgili haberlerin olduğu dikkat çekmekle birlikte, 23 Nisan 1924 günlü Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde “Bu gün Yavruların Rozet Bayramıdır’ ibaresi eş zamanlı kutlamaların yapıldığını gösteren en eski belgelerdendir. 1927’de ise Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu), 23 Nisan 1927’de bu günü “Çocuk Bayramı” ilan etmiş, “milli hakimiyet bayramı” ile “çocuk bayramı” Mustafa Kemal Paşa’nın himayelerinde eş zamanlı olarak kutlanmaya başlanmıştır. “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kabul edilmesi ise Milli Güvenlik Konseyi döneminde 1981 yılında yapılan bir kanun değişikliğiyle gerçekleşmiştir.

Bugünkü yazımın konusu; 23 Nisan’ın bir çocuk bayramı olarak kutlanması odağında bazı hususların dikkatlerden kaçtığı ile ilgilidir. 23 Nisan 1920 tarihi hem “ulusal egemenlik bayramı” olarak kutlanırken hem de Büyük Millet Meclisinin açılışı olarak anılarak bugün sanki sadece Meclis açılmış, devlet kurulmamış gibi bir anlam ortaya çıkartılmaktadır. Son zamanlarda yeni anayasa tartışmaları gölgesinde gelişen barış süreci veya çözüm süreci veya “Terörsüz Türkiye” gibi adlarla ifade edilen girişimlere karşı çıkılırken, 1921 Anayasasına dönüş taleplerinin konuşulduğunu, 1921 Anayasası’na dönüşün yanlış olduğunu savunan bazı kesimlerin de bu itirazlarını “1921 Anayasası döneminde devlet yoktu ki, devletsiz döneme geri dönülemez” diye temellendirdikleri görülmektedir. (Konuyu itirazın kendisi değil, temellendirilmesi bakımından ele alıyorum) Ancak bu itiraza yapılan temellendirme, Genel kamu Hukuku (Devlet Bilimi) bakımından oldukça yanlış bir temellendirmedir. Neden?

Devlet; egemenliğin kurumsallaşmasıdır. (Siyasi iktidarın kurumsallaşması olarak da ifade edilir.) Egemenliğin ortaya çıkışı ise olağan bir dönem değildir. Bir doğum kadar doğal ve kaçınılmaz olmakla birlikte, günlük olağan akıştan farklı, sancılı ve bir yenidoğanla tanışılan yani bir varoluşun varolmasına imkân veren bir olağanüstülüğün zorluğuyla maluldür. Carl Schmitt’in meşhur tanımını tam da burada hatırlayarak, egemenliğin (hakimiyetin) ortaya çıkışını, olağanüstü halin varlığına[1] karar verme eylemi bakımından düşünce ve eylem birlikteliği olarak bir potansiyel ve performans tezahürü olduğunu tespit edebiliriz. Schmitt; Siyasi İlahiyat, Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm adlı ünlü eserinde “egemen; olağanüstü hale karar verendir” tanımı ile, mutlak saflığıyla – ‘karar’ı egemenlik tanımının merkezine yerleştirmiştir. Peki; biz bu olağanüstü hale ilişkin kararı Türkiye Devletinin kuruluşunu tespit edebilmek için nerede görüyoruz? Nutuk’ta.

16 Mart 1920’de İstanbul’un ve Meclis –i Mebusan’ın İtilaf devletleri tarafından işgal edilerek dağıtılmasının ardından, Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin açılacağına ilişkin 19 Mart 1920’de Vilayetlere, Müstakil Livalara ve Kolordu Kumandanlarına bir telgraf çeker. Söz konusu telgrafta “kurucu meclis” ifadesini kullanmak ister, fakat yapılan istişare sonucunda dönemin şartlarından dolayı “olağanüstü yetkileri haiz bir meclis kurulması” (“salahiyet-i fevkaladeye malik bir meclis”) şeklinde yazdırır. Aslında bu ifade de kurucu meclis anlamında kullanılmıştır. Ancak; Atatürk, bu mesele hakkında iki gün kadar kumandanlarla makine başında tartışmış, onların görüşlerini almıştır. Nutuk’ta bu süreci ayrıntılarıyla anlatır. Demek ki; 23 Nisan 1920’de olağanüstü yetkileri haiz bir meclis kurulmuştur. Bu bir asli kurucu iktidar yani egemen iradenin ortaya çıkışıdır, diğer bir ifade ile devletin. Bu dönemi bir kuruluş değil, kurtuluş dönemi olarak kabul eden yazarlara cevabı ise Bülent Tanör hocamız veriyor: Tanör; Kurtuluş/Kuruluş olgularını yapışık ikizler gibi düşünmek zorunda olduğumuzu ifade etmektedir. Ona göre, Türk Devrimi denen olay ikisini de kucaklar. Kuruluşundan hemen kısa bir süre sonra yasa çıkarmaya başlayan Meclis; anayasa yapımı çalışmalarına da başlamış ve 20 Ocak 1921’de 1921 Anayasası kabul edilmiştir. 1921 Anayasasının orijinal metninin 3. maddesinde de “Türkiye Devleti” ibaresi kullanılır. Meclisin ilk çıkardığı önemli kararlardan biri de Sevr Anlaşmasının hukuksuz kılınmasına ilişkindir. Sevr Anlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanmış olsa da hukuken yok hükmündedir. 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilip Meclis-i Mebusan dağıtıldıktan sonra TBMM 7 Haziran’da aldığı 37 no’lu kararla 16 Mart 1920’den itibaren İstanbul Hükümetince yapılan bütün uluslararası antlaşmaları, sözleşmeleri, her türlü belgeyi geçersiz saymıştır.

Anayasa hükümlerini ihdasi ve izhari (kurucu / açıklayıcı- gösterici) olmak bakımından bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda da konu açıklığa kavuşmaktadır. 29 Ekim 1923 tarihi; Cumhuriyet’in ilanı (adı üzerinde ilan) bakımından izhari niteliktedir. İhdasi aşama ise kuruluş yani 23 Nisan 1920’dir. Bu durumu bir bebeğin doğum süreci ile ilişkilendirerek de açıklayabiliriz. Nasıl ki bir bebek için bazen doğduktan bir süre sonra nüfus cüzdanı çıkartılır, Cumhuriyetin ilanı da bu kimlik çıkarma işi gibidir. Hatta 1 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılması ile konuyu ilişkilendiren yazarlara da şunu söyleyebiliriz: Bebeğin göbeğinin annesinden kesilmesi de hemen o anda eş zamanlı gerçekleşen bir eylem olmayabilir. Hatta göbeği kesildikten sonra 1 ile iki hafta aralığında göbeğin düşmesi beklenir. Şimdi bu bebeğin dünyaya geliş anı; göbeğin kesilmesi, düşmesi veya kimliğinin çıkartılması gibi farklı tarihler üzerinden tartışılabilir mi? Kuruluşu Lozan Antlaşmasına bağlayan yazarların çıkış noktası ise tanıma/ tanınma olgusu üzerine temellenmektedir. Bir devletin uluslararası hukukta tanınması da, hukukta, kurucu / açıklayıcı (ihdasi / izhari) nitelikte bir işlem olup olmadığı yönünden tartışılmıştır. Genel hakim görüş; tanıma işleminin izhari yani açıklayıcı mahiyette olduğu yönündedir. Diğer bir ifade ile; tanıma işlemi, bir devletin kuruluşunu tanıma değil, hali hazırda var olan – kurulmuş bir devletin varlığını kabul etme beyanıdır. Nitekim; Lozan Antlamasından önce TBMM, Milli Mücadele sürecinde de antlaşmalar yapmış, bu sayede de antlaşmanın diğer tarafı devletler tarafından tanınmıştır. Konuyu daha detaylı açıklamaya kitaplar dolusu sayfalar gerek. Ezcümle; Türkiye Devletinin kuruluş yıl dönümü olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Türkiye Devleti 105 yaşında!

[1]Olağanüstü hal kavramı; kurulu devletlerde de anayasal bir kurum olarak varlığını korur; tıpkı 1982 Anayasasında olduğu gibi. Ancak; kurulu devletlerde olağanüstü hale karar verme işi, bir asli kurucu iktidar değil, tali kurucu iktidar eylemidir. Egemen ise asli kurucu iktidardır.

Bugün 23 Nisan,  bak neşe doluyor insan!🇹🇷 Çocuklara oyunları ögretirken, hikayesini de ögretmek zorundayız.  Sadece çoc...
23/04/2025

Bugün 23 Nisan, bak neşe doluyor insan!🇹🇷 Çocuklara oyunları ögretirken, hikayesini de ögretmek zorundayız. Sadece çocuk bayramı kutlamıyoruz! Bir de Eğemenliğimiz ve yanında Milli Mücadele var! Bakın 105 yıl önce sadece kendi içimizde değil, dost ve kardeş ülke Azerbaycan ile de neler yaşıyorduk!

Bundan 105 yıl önce yani 23 Nisan 1920 yılında Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de dualarla açıldığı, eğemenliğin milletimize verildiği gündür. KUTLU OLSUN.🇹🇷

TBMM’nin açılmasıyla birlikte milli mücadele daha güçlü şekilde devam etmiş sonucunda düşman geldiği yere gönderilmiş, içimizdeki işbirlikçiler bir bölümü olan 150’likler yine bu Meclis tarafından çıkarılan yasalarla sürgün edilmiştir. 1938 yılında Atatürk ölüm döşeğinde iken bu işbirlikçilere/hainlere genel af çıkartılmış ve hainlikleri ortadan kaldırılmış. Çocukları ve torunlarına da 1950 yılına kadar devlette görev verilmesi yasaklanmıştır. Bunun hikayesini GÖLBAŞI ÖYKÜLERİ isimli kitabımda yazmıştım.

Atatürk tarafından çocuklara da armağan edilen 23 Nisan Eğemenlik ve Çocuk Bayramı bugün sadece çocukların bayramı olarak anılırken, onlara bu bayramın tarihi de verilmelidir.

Atatürk’ün “Türk çocuğu, atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Sözünün önemini de göstermeliyiz ki, yerini ve anlamını tam bulsun.

Köklü tarihimizi yaşatamazsak, geleceğe taşıyamazsak Türk Milleti olarak bir yanımız hep eksik kalacak!

KÜLTÜRÜMÜZÜ OLUŞTURAN ORTAK TARİHİMİZİ, DİLİMİZİ, İNANCIMIZI YAŞATIP GELECEK KUŞAKLARA AKTARMAK ZORUNDAYIZ!

Son dönemde Azerbaycan Büyükelçiliği tarafından oluşturulan Azerbaycan Kültür Merkezi etkinliklerini takip ediyorum ve onlarla da gurur duyuyorum.
Dost ve Kardeş ülke Azerbaycan Türkleri ile 100 yıl öncesinden de çok güçlü bağlarımız, işbirliğimiz olduğunu bir defa daha görüyorum.
Benim çevremde 100 kişiden belki 10 kişi bu güçlü bağı biliyor ya da bilen varsa da ilgisiz kalıyor. Bunun içinde kendimi anlatmakla/yazmakla/tanıtmakla sorumlu hissediyorum.
Bu köklü bağı, ortak tarihimizi öğrenmek yetmiyor, onu hissederek yaşamak ve yaşatmak içinde çaba sarfetmek gibi bir sorumluluğu ister istemez alıyoruz.
Bu çalışmalarda Türkiye/Anadolu Türkçesi’nden yüzlerce,binlerce kelimeyi Azerbaycan Türkçesinde bulabiliyoruz.

Birçok kelime Azerbaycan Türkçesinde orijinal halinde dururken, Türkiye Türkçesi’nde ya unutulmuş, ya anlam değiştirmiş ya da özellikle farklı anlamlar yüklenmiş…
İşte kültürün önemini burada bir defa daha görüyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli Kültürdür” demiştir. Kültürün ne kadar önemli olduğunu bu cümle ile de anlatmıştır. Ancak, 1940 yılından sonra bunu da ıskalatmışlar!

Türk Milleti olarak silahlı mücadelemizi yani “milli mücadelemizi” vererek meclisi kurduk, 1940’lı yıllara kadar birçok atılımlar ve üretimler yaptık.
1950 yılından sonra da maalesef ABD’nin sömürgesi haline getirilmek için çabalar sarfedilmiş.

Ve bugün özellikle de 15 Temmuz 2016 terör örgütü FETÖ/PYD kalkışmasından sonra Türkiye kendi özüne dönmeye karar vermiş ve Türk Milletinin de onayı ile bu süreç güçlü şekilde devam ediyor. Köklerimize, tarihimize doğru toplumsal olarak yol alıyoruz.

Başbuğ Atatürk’ün dediği gibi “Bir millet birbirine sımsıkı bağlı olmayı bildikçe, yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez”…bu özlü sözleri kendimize rehber edineceğiz.

Ve Dost ve Kardeş Azerbaycan’dan yani “2 Devlet 1 Millet “olarak andığımız Türk Milletini aynı kökleri paylaştığını, aynı tarihden geldiğini ve günümüzde bile aynı türkçeyi kullandığımızı bilerek derinlere ineceğiz. Azerbaycan sadece tarihi ile değil, edebiyatı ve müziği ile de çok ileride…Burada köklerimizi de göreceğiz.

Çünkü aynı kültürün insanlarıyız. 1914 yılında Azerbaycanlı büyük şair Ahmed Cevad “yol ver türkün bayrağına” adlı şiirini, Balkan şavaşlarındaki Osmanlı Türklerine ithaf ederken yine Azerbaycanlı büyük şair/besteci Üzeyir Hacıbeyli’nin bunu bestelediğini, Ahmed Cevad 1916 yılında ilk şiir kitabı olan “Koşma”yı yine Osmanlı Türklerine ithaf ettiği biliniyor. O kadar büyük bestekarlar var ki söyledikleri şarkılar buram buram Anadolu Türkçesi kokuyor. Bizlerde daha Opera, Bale, Resim…gibi müzik ve sanat kurumsallaşmamış iken o dönemde Azerbaycan’da Türküm diyen sanatçılar var.

100 yıl önce o kadar güçlü dayanışmamız varmış ki, 1918 yılında Bakü işgal edildiğinde Osmanlı İslam Ordusu başında bulunan Nuri Paşa (Killiğil) Bakü'ye yardıma gitmiş, burayı Ermeni ve Bolşeviklerin işgalinden kurtararak, bağımsızlığını kazandırmıştır. Dayanışmanın gücünü görebiliyormusunuz. Bunu ancak gardaşlar yapar. Nuri Paşa’nın hikayesi bu çocuklara da kesinlikle anlatılmalıdır.

Bu kadar derin bağlarımız olan dost ve kardeş ülke insanları olan Azerbaycan Türkleri son yıllarda ülkemizde kültür alanında önemli faaliyetler yapıyorlar. Ben buna gardaşların dayanışması, zor günlerimizin dostları! diyorum.

Tabi ki, şuna da dikkat etmek lazım, bu tür dayanışmaları / faaliyetleri engellemek için psikolojik teknikler uygulayanlarda olacaktır. İşte, bunların köklerine de bakmak lazım. Onlar büyük ihtimalle Milli Mücadele döneminden kalan kin ve nefret tohumlarıyla yaşayan ya da bağı olan 150’liklerin torunlarındandır…

23 Nisan Ulusal Eğemenlik ve Çocuk Bayramı...
KUTLU OLSUN MİLLETİME🇹🇷KUTLU OLSUN DEVLETİME🇹🇷

Saygılarımla
Bayram Türkmez
23 Nisan 2025

ŞAH HATAYİ'DEN ÇOK GÜZEL BİR DEYİŞ Vücudum şehrini seyran eyledimBir köşenin yetmiş iki yolu varEvvel altmış altısına uğ...
23/04/2025

ŞAH HATAYİ'DEN ÇOK GÜZEL BİR DEYİŞ
Vücudum şehrini seyran eyledim
Bir köşenin yetmiş iki yolu var
Evvel altmış altısına uğradım
Onbirinin türlü türlü hali var

Yedi kapı vardır arşın katında
Dördü zahirinde üçü batında
Gördüceği bir kişinin zatında
Üçyüz altmış altı yeksan kulu var

Bir bedestanı var kırk da dükkanı
Bini alır bir sarraftır satanı
Dört direği on ikidir nişanı
Türlü türlü gevheri var la’li var

Kimse bilmez ol gevherin kıymetin
On dört kalesi var yapısı metin
Kalenin kilidin açması çetin
Kilidinin otuz iki dili var

Destur olmayınca ben açamadım
Kıldan köprüsü var ben geçemedim
Ağlayıp güleni ben seçemedim
Ondan gayrı daha çok müşkülü var

Karıncanın göğe ağdığın gördüm
Baykuşun deveyi sağdığın gördüm
Bir anadan beş kız doğduğun gördüm
Bir babanın doksan dokuz oğlu var

Doksan dokuz oğlan ne yedi içti
Beş kızın lebinde gülleri açtı
Oğlanın birisi deryaya düştü
Oynar güler yüzer hala gölü var

Biri dört eri var hala kızım der
Biri beş anam var ben öksüzüm der
Biri on kuzum var dahi bozum der
Ol koyunun memesi yok südü var

Ol koyunun südü ne tatlı acı
Onun ona göre vardır muhtacı
Mebdeyim bahçede üç gül ağacı
Herbirinin on altışar gülü var

On gülün birine elim uzattım
Gülü şimdi alma dedi bozatlım
Bülbüllerin marifetin gözettim
Gülşanı yok amma kırk da dili var

Hatayi’m bu sırra ereyim dersen
Şardaki sultanı göreyim dersen
Sualsiz cennete gireyim dersen
Hak cemine diri değil ölü var

Alıntı

Kutlu Olsun Milletime,🇹🇷 Kutlu Olsun Devletime.🇹🇷
22/04/2025

Kutlu Olsun Milletime,🇹🇷
Kutlu Olsun Devletime.🇹🇷

22/04/2025

YARIN 23 NİSAN...BUGÜNDEN NEŞE DOLUYOR İNSAN!
Gölbaşı Sevgi Çiçeği İlkokulu, ilçemizin en sosyal okullarından birisi olarak her özel/milli günde mutlaka ögrencileriyle birlikte bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor.
23 Nisan etkinlikleri kapsamında ögrencilerinin hazırladıkları gösterileri 23 Nisan Ulusal Eğemenlik ve Çocuk Bayramı'nda sunacak olan Gölbaşı Sevgi Çiçeği İlkokulu'nda bugün ayrı bir çoşku vardı.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın askeri bando takımının konseri okul bahçesinde coşkuyla gerçekleşti. Bando takımının konserine ögrenciler de eşlik etti. Çocuklara en güzel armağanlardan birisi oldu.

“HEDEF GÜNEŞE VARMAK DEĞİL,GÜNEŞ OLMAK”Anadolu bozkırından, Çorum’un bir köyünden Hasanoğlan’a öğrenci olarak gelen Ali ...
22/04/2025

“HEDEF GÜNEŞE VARMAK DEĞİL,GÜNEŞ OLMAK”
Anadolu bozkırından, Çorum’un bir köyünden Hasanoğlan’a öğrenci olarak gelen Ali Çuhadar. Köyünden okula yeni gelmiş. Öğretmeni ona basımevinin sobasını yakma görevi vermiş. Yakıt kömürdür. Ali, köyünde tezek, odun yakardı. Kömürü öğretmeni anlatmıştı ama, nasıl yakılacağını bilmiyordu.

İşin acemisi çocuk, kömürü sobaya doldurur, altından kibriti çakar, kömür bir türlü yanmaz. Bir kutu kibrit biter, ama çocuk sobayı yakamaz. Odada bulunan orta yaşlı bir adam küçük Ali’yi izlemektedir.

- Oğlum, sobayı yakamadın. Beraber yakalım mı?

Ali, soba yakma işini kendisine görev olarak veren öğretmenine mahcup olmamalıydı. Odadaki adamın önerisi canına minnet oldu. Kömürü birlikte boşalttılar.

- Bak oğlum, şu köşede tahta parçaları var, onları getir. Orada keser var, onu da getir.

İstenenleri getirdim. Tahtaları birlikte kırdık. Sobaya yerleştirdik. Aralarına kağıt koyduk.

- Haydi şimdi yak, dedi. Verdiği kibriti çaktım, kağıtlar anında tutuştu.

- Nerelisin?

- Çorumluyum, amca.

- Kızlar da geldi mi?

- Gelmedi amca.

Odunlar iyice tutuştu. Soba küreğini aldı, gözüme bakarak bir kürek kömürü sobaya koydu. Beklerken, bana okula ve bana dair başka sorular da sordu.

- Haydi, bir kürek de sen at bakalım, dedi.

Soba yanmıştı. Bana yardım eden amca artık gitse, iyi olur, diye düşünüyordum. Tam o sırada, bana görev veren öğretmenim içeri geldi. Amcayı görünce hemen hazır ola geçti. Şaşırdım kaldım doğrusu. Amca “Allaha ısmarladık! ” diyerek elimi sıktı. O, daha pek uzaklaşmadan öğretmenimin ceketini tuttum, yavaşça:

- “Bu amca kim?” diye sordum.

Hasan Ali Yücel, oğlum. Milli Eğitim Bakanımız. Okulumuzu ziyarete gelmiş.
*****

Kibirsiz, alçak gönüllü, davranışları içten adam işte böyle olur. Tam bir halk adamıydı Yücel. Baba adamdı.

Bu olayı, anlatan ve anlatırken de bizzat yaşayan Mehmet Şener, Yücel’e dair konuşmasına şöyle devam etti:

- Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel Aksu’ya da geldi. Okulu gezip görmesi bittikten, gerekli denetimleri tamamladıktan sonra, bizleri idare binasının önünde topladılar. Hepimize hitaben güzel bir konuşma yaptı. Çeşitli nasihatlerde bulundu, bilgece sözler söyledi. Ayrılmadan önce bize son sözü şu oldu:

“Hedef güneşe varmak değil, güneş olmak.”

Kendisi güneş olmuş, bizlere güneş olmayı hedef göstermiş aydınlık insan Hasan Ali Yücel.

Böyle Yaşayanlar Ölmez ki!

Hıfzı Topuz

Alıntı

GÖLBAŞI BUGÜN ÇOK YOĞUN ve HEYECAN VAR!Türkiye’nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A, Cumhurbaşkanı Recep ...
21/04/2025

GÖLBAŞI BUGÜN ÇOK YOĞUN ve HEYECAN VAR!

Türkiye’nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla hizmete girecek. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu, uydunun hizmet verdiği kapsama alanının 5 milyar kişiye ulaşacağını açıkladı.

Gölbaşı’nda 1978-1980 yılı arasında bizim de lise dönemimiz olup, sağ-sol davalarının zirve yaptığı, insanlarımızın komü...
21/04/2025

Gölbaşı’nda 1978-1980 yılı arasında bizim de lise dönemimiz olup, sağ-sol davalarının zirve yaptığı, insanlarımızın komünist-faşist diye birbirini ayrıştırdığı, küstüğü hatta kırdığı dönemde Dr. Şerafettin Tombuloğlu Lisesi öğrencisiydim. Okul yönetimi sol düşünceli ağırlıktaydı, 1500 ögrencisi varsa bunlardan yaklaşık 800' ü solcu ise 50-60 kişisi de sağcı/ülkücü guruplar arasındaydı.

Ben de, ülkücü gruplara sempati ile bakıyorum ancak kavgalı olaylara karışmıyorum.

Sınıfımızda Bayburtlu Murat Turanoğlu diye bir ülkücü vardı. Fikir olarak ülkücülüğü savunur, etrafına doluşan öğrenci arkadaşlarına kara tahta da hem yazarak hem söyleyerek anlatırdı. Neden, Niçin?…9 ışık, Adsız, Ziya Gökalp, Türkçülük…vs. vs. İnanç ayrımına da hiç girmezdi. Varsa yoksa Türkçülük, Türk olsunda ne olursa olsun! zihniyetindeydi.

Ancak, solcularda/kömünistlerde, dinsiz-imansız olarak anlatıldığı algısı yüzünden çok kişi sırf bu yüzden de, ülkücü saflarda yer alıyordu!

Bana Gölbaşı’nda ülkücülerin en donanımlısını göster deseler Murat Turanoğlu’nu gösteririm. O dönem Örencikli Satı Bozkurt teyzenin binasının altıda Ülkü Ocağına tahsis edilmiş, Satı teyzenin oğlu Yılmaz, Mehmet, Nazım, kızı Hanife hepsi sağlam ülkücüydü. Hanife, Nazım ve Mehmet Bozkurt’la da okumuştum.

Bu Murat Turanoğlu sadece fikirleriyle değil, cesaretiyle de çok dikkat çekiyordu. Çok göze batan bir ülkücü olunca karşı guruplarında hep hedefindeydi, ya kavganın içinde kalır ya da bir olayla anılırdı

Bir gün bir kavgaya tanık olmuştum. 3 kişilik solcu gurupla karşı karşıya gelen Murat Turanoğlu ve arkadaşları birbirine saldıracak iken, solculardan birisi (lakabı tavukçunun oğlu derlerdi) silahını çıkarıp, ateş etmeye başladı. Bir taraftandan da geri dönüp silahıyla rast gele ateş ediyor ancak bu Murat Turanoğlu gözü kara, hiç durmadan silahın üzerine giderek kovalıyor. Sonunda kovalamacaya jandarma da karışıyor. Silah sıkan solcu bugün kü spor tesislerinin ordaki alanlardan kaçarken silahını su kanalına atıyor. (sonradan öğreniyoruz) şikayetler üzerine yakalanıyor. Sonrası kimseye bişey olmuyor, silah atanda 2 gün sonra yine sınıfına dönüyordu…

Ayrıntıya girmeden bu hikayeyi anlatıyorum ancak, Murat Turanoğlu o zamandan beri gerek fikirleriyle, gerek öyle!cesaretiyle, ilçemizde ülkücülüğün kitabını yazar desek yeridir. Ülkücülük aileden geliyor desekte yeridir.

Bir de abisi var. Abdullah Turanoğlu o da eski ülkücülerden. Abdullah Turanoğlu, ilçemizde ilk silahlı saldırıya ugrayan ülkücü olarak biliniyor. Ağabeyi Murat ve diğer kardeşleriyle birlikte işten gelirken Shell benzinliğinin orada komünist-faşist laf atılması sonucu çıkan tartışma sonrası çıkan arbede de tabanca ile kolundan yaralandı.

Murat Turanoğlu Sağlık Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra emekli oldu. Dün Mogan Gölü yürüyüş yolu üzerinde bulunan Sanat Sokağındaki Mogan Bıçakcının önünde otururken gördüm. İlk başta tanıyamadım. Saç ve sakal beyazlamış şekilde birbirine girmiş. Yakınlaşınca tanıdım ve bu saçları ne zaman, nasıl ağarttın acaba? diye de kendisine sordum.

Biraz geçmişten konuştuk. 1978-1980 dönemi öncesindenden de bahsettik. Kendisinin mücadeleci kimliğine tanıklık etmiştim. Vermiş olduğu mücadele ortadaydı. Ancak, laf lafı açınca o dönemler olaylara karışmamak için Gölbaşı’nda okumayıp, gidip Bayburt-Gümüşhane de okuyan bugünün Türk milliyetçisiyim! diyen bazı ülkücülerinden de bahsetti.

Bugün siyasetin göbeğinde de olan, o dönem Gölbaşı’nda okumayıp, Gümüşhane-Bayburta giden bazı isimleri buraya yazmıyorum ancak kendilerine göre haklı sebepleri olabilir! diyerek kapattık.

Mücadele insanı Murat Turanoğlu ve ailesi sanıyorum ki, Gölbaşılı Bayburtlular arasında en köklü ve inançlı insanlar. Türklüğüyle her zaman gurur duyan, bunu sözde değil, özde hissettiren bir ülkücü…Ve bu hikayesini de burada kayıtlara geçirelim.

Kendisine sağlıklı ve huzurlu bir yaşam dilerim…

Sevgi ve Saygılarımla
Bayram Türkmez
21 Nisan 2025

Address

Golbası
06830

Opening Hours

Monday 09:00 - 17:00
Tuesday 09:00 - 17:00
Wednesday 09:00 - 17:00
Thursday 09:00 - 17:00
Friday 09:00 - 17:00
Saturday 09:00 - 17:00
Sunday 09:00 - 17:00

Telephone

5355673077

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Gölbaşının Sesi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Gölbaşının Sesi:

Share