Gölbaşının Sesi

Gölbaşının Sesi Ankara Gölbaşı İnternet Gazeteciliği
www.golbasininsesi.com Ankara Gölbaşı'nın haber ve yorum gazetesi

HİNDİSTAN'DA İNGİLİZLER'İN 1800'LÜ YILLARDA KOYDUĞU MEME VERGİSİ VE NANGELİ İSYANI 🤱İngiliz sömürgesi Hindistan’da alt s...
14/07/2025

HİNDİSTAN'DA İNGİLİZLER'İN 1800'LÜ YILLARDA KOYDUĞU MEME VERGİSİ VE NANGELİ İSYANI 🤱
İngiliz sömürgesi Hindistan’da alt sınıftaki kadınlar Mulakaram ismi verilen ‘Meme Vergisi’ ödemeye mecbur tutuldu.
Travancore Eyaleti’nin kralı kadınlar üzerinde kendi vücutlarında söz hakkı olmada hiç bir sakınca görmedi. Eğer alt sınıftan bir kadın iseniz vucudunuzu kapatmak için,kapı kapı gezen memurların sizi elleyerek kontrol etmesine izin vermeniz ve size uygun düşen vergiyi ödemeniz gerekmektedir. Ödeme yapmazsanız memelerinizi kapatacak kıyafetleri giyemezsiniz. Çünkü kıyafet üst sınıflara mahsustur ve alt sınıf istediği biçimde kullanamaz.
Sudra kastında dünyaya gelen genç kızların kaderi de tıpkı anneleri gibi değişmemişti. Vergi tahsildarları ergenlik çağına gelmiş kızların evlerini düzenli olarak ziyaret edip, kontrollerinin ardından vergilerini tahsil ediyordu. Yoksulluğun en üst seviyede yaşandığı halkın yüksek vergileri düzenli ödeme imkanı zaten yoktu. Onlar da çıplak bırakılmaya zorlanıyordu. Mulakaram sınıflar arası uçurumu gün geçtikçe arttırmaya devam ettti.
TA Kİ...
Nangeli kocası ile yoksul ama huzurlu bir evlilik sürdürüyordu. Nangeli’nin hikayesi yalnızca kendi kastında değil tüm ülkeyi etkisi altına alacak bir efsaneye dönüşecekti.
Bir çiftlikte işçi olarak çalışan karı kocanın hayatı vergi memurlarının ziyaret ederek kadının vücudunu elleri ile kontrol ettikleri ilk günden itibaren değişmeye başladı. Vergi memurları, eğer memelerini kapatmak istiyorsa 1 ay sonra ödeme için geleceklerini bildirip gitti. Nangeli ve kocasını uyku tutmaz geceler bekliyordu. Sonunda Nangeli:’ Sen benim eşimsin, ben kendi bedenimi istediğim biçimde korumak istiyorum.Özgürce giyinip bu konuda vergi ödemeyeceğim.Bu yolculuğumda benimle yürür müsün? ‘. Eşinin de desteğini alan Nangeli, memelerini kapattığı gün memurlara ihbar edilir.
Kapı çaldığında Nangeli evde yalnızdı. Memurlar kapıda beklerken, yasa dışı görülen kıyafetleri ile kapıyı açtı. Adamlar hazırlanması için ona izin verdiler. Nangeli içeri girdiğinde bir orak ile memelerini kesti. Kan revan içinde memelerini adamların ayaklarının dibine atıp:’ Alın, ben vergimi ödedim, bizi rahat bırakın artık’. Kocasına haber ulaştığında eve geldi ama ne yazık ki güzeller güzeli karısı ölmüştü.
Nangeli’nin ölümünden sonra köyünde başlayan protesto eylemleri tüm ülkeyi etkisi altına aldı.
Kamuoyunun baskısına daha fazla dayanamayan yönetim sonunda ‘Meme Vergisi’ni kaldırmak zorunda kaldı.
Nangeli güçlü ve cesur bir KADIN olarak yalnızca kendine yapılan bir zülme karşı çıkmadı,
Kendisiyle başlayan bir VAR olmanın fitilini ateşledi......
Başkaldirmazsan bozuk düzene ne yazık ki sonuçlari hic gelmiyecek olaylar yaşamak zorunda kaliriz....

✍️: BBC news,Angela Karen,Nangelis story

Gülünün Solduğu Akşam sayfasından alındı

13/07/2025

Ülkemizde etnik ırkçılık yapan bir araştırma görevlisi "Allah’ın göçebe hırsızları haddinizi bileceksiniz’" deyince kimin için demiştir? ne anlaşılır.?
Bu devletin ekmeğini yiyipte, bu milletin aklıyla dalga geçmek böyle birşey sanırız.
Gerçi içindekini dışına vurarak dürüstlükte yapmış ancak yine de bir Türk olarak ben rahatsız oldum.
Hem "göçebe" hem de "hırsız" çok çok fazla ağır bir itham ve yersiz. Zira, Mustafa Kemal Atatürk'ün 7 bin yıldır "Anadolu'da Türkler var" tezi halen çürütülmedi.

Bakmayın siz siyasilere 1000 yıldan beri Anadolu'dayız diyorlar filan ancak genelde bu tarihi "Anadolu'nun Türkler tarafından yurt edilişi" olarak alsalarda binlerce yıldır Anadolu topraklarındayız.

Ve Türklerin merhameti, şefkati, hoşgörüsü, sevgisi kadar başka hiçbir millette yoktur.
Yukarıdaki "Ülkemizde etnik ırkçılık yapan bir araştırma görevlisi "Allah’ın göçebe hırsızları haddinizi bileceksiniz’" diyenin köklerini araştırsanız Rus emperyalizminden kaçmış olup, Türk Milletine sıgınmış birisi olduğunu görürsünüz.

Ancak, insanlar böyle değil, sadece nankör kişiler böyle ekmeğini yediği yere kılıç çeker!. Bir de Atatürk'ten sonra nerdeyse her dönem, her alanda devletimizin en önemli kurumlarını bu etnik kimliklere teslim edip, yönetildik. Her alanda söz sahibi oldular. Malesef ülkemizin geldiği nokta da budur.

Yüce Türk Milleti ne çektiyse kriptolar yüzünden çekti ve halen çekmiye devam ediyor. Ne kadar zor bir cografya da yaşıyoruz sözünün yanısıra "ne kadar namert kişilerle de kuşatılmışız demek ki" demekten kendimizi alamıyoruz.

Sevgi ile kucaklarını açan bu Türk Milletine Ahde Vefatınızı böylemi göstereceksiniz. Bu devletin ekmeğini yiyipte sonra bu devlete kılıç mı çekeceksiniz!

Bayram Türkmez

ŞAM VALİSİ ESAT PAŞA“KUZULARIN DERİLERİNİ YÜZMEKTENSE KOÇLARIN YÜNLERİNİ KIRKMAK DAHA İYİDİR”Rivayete göre Şam valisi Es...
12/07/2025

ŞAM VALİSİ ESAT PAŞA
“KUZULARIN DERİLERİNİ YÜZMEKTENSE KOÇLARIN YÜNLERİNİ KIRKMAK DAHA İYİDİR”

Rivayete göre Şam valisi Esat Paşa sıfırı tüketir ve hazine boşalır.
Büyük sıkıntıya düşer. Danışmanları çare olarak Şam’daki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye eder.

Bu tavsiye üzerine Esat Paşa danışmanlarına:
“Böyle bir vergi koyarsak ne kadar gelir elde ederiz?” diye sorar.
“ Elli veya atmış kese altın elde ederiz” derler.
Bunun üzerine Esat Paşa “ Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor. Bu vergiyi nasıl ödeyecekler?” diye sorar.
“ Evlerindeki altınları ve mücevherleri satarlar Paşam” diye cevap verirler.
Esat Paşa “ Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur?” diye sorar. Danışmanları sessizliğe bürünür.
Ertesi gün Paşa müftüye bir davet göndererek gece gizlice buluşalım der.
Müftü gece paşanın yanına gelir. Paşa “ Müftü efendi! Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata ayrıkı davanıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun.
Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek.
Ancak önceden seni haberdar edeyim dedim” der.
Bunu duyan müftü efendi paşaya yalvarmaya başlar.
İstanbul’a haber vermemesi için paşaya 1000 mecidiye vermeyi teklif eder.
Paşa kabul etmez.
Müftü iki katını teklif eder. Paşa yine kabul etmez.
Sonunda 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Sonraki gün Esat Paşa Kadı efendiyi davet eder. “Kadı efendi! Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı” der.
Bu sefer Kadı efendi paşaya yalvarmaya başlar. “Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum” diyerek Müftü efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar.
Kadı ile de 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Sonra sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder.
Bu operasyonun sonunda Esat Paşa tam 200 kese mecidiye altını toplar.
Arkasından danışmanlarını çağırır “ Şam halkına vergi koyduğumu falan duydunuz mu?” diye sorar. “Hayır Paşam duymadık” derler. “Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50 yerine 200 kese mecidiye altını topladım” der. “Bunu nasıl yaptınız Paşam?” diye sorduklarında “Kuzuların derilerini yüzmektense koçların yünlerini kırkmak daha iyidir” der.

VATANDAŞLARIN DERİSİNİ YÜZMEK YERİNE YOLSUZLARIN VE HIRSIZLARIN YÜNLERİNİN KIRKILACAĞI GÜNLERİ GÖRMEK DİLEĞİYLE.

Nejat Gölbaşı
sayfasından alındı

Azerbaycan öz Türkçesi,  Anadolu duru Türkçesinin aynısıdır.  Saf dilimizdir. Azerbaycan dilinde de fars etkisi, Rus, İn...
12/07/2025

Azerbaycan öz Türkçesi, Anadolu duru Türkçesinin aynısıdır. Saf dilimizdir. Azerbaycan dilinde de fars etkisi, Rus, İngiliz, Avrupa ,hatta başka dillerinde etkisi görülür ancak köklü Türkçesi, bizim Anadolunun duru Türkçesidir. 100 yıl önce konuştuğumuz Türkçe’dir. Çok sade ve yalın bir dil olmakla birlikte bir felsefe dilinin altyapısını taşımaktadır.

Türkiye Türkçesi’nde biz “öldü” ya da "vefat etti" diyoruz, Azerbaycan Türkçesinde "Dünyasını Değiştirdi" diyorlar ve ölümden sonraki yaşamı da anlatıyor, yani evrensel bir dil olarak kullanılıyor. Diğer taraftan bizim “Doğum tarihi” diyoruz ancak Azerbaycan Türkçesinde “Anadan Olma Yaş” diye hitap ediliyor. Düşündüğümüz zaman bizim “doğum” dediğimiz kelimenin “anadan olma” ya da “anadan doğma” olduğunu söyleyerek “Ana’yı ilişkilendirip ona değer katmasıyla birlikte varlığımızın kaynağını da açıklıyor. Biz "anahtar" diyoruz gardaşlarımızda "açar" diyor...Daha onlarca, yüzlerce kelime...

Yani, kullanılan kelimelerin öyküleri ile birlikte evrensel bütünlüğün bir parçası olduğuda görülüyor. Bu durum düşün sistemini evrensele bağlıyor! Onun için bu duru Türkçe önemlidir. Zaten, Milli Mücadeleyi de biz bu duru Türkçe ile vermiştik ve milli ruhu bu dil ile şahlandırmıştık. 1940 dan sonra Anadolu’nun duru Türkçesinin çoğu ya anlam değiştirdi/değiştirildi ya da unutuldu.
Bu konularda her zaman söylediğim gibi TDK sınıfta kalmıştır. Siyasetçilerin zaten DİL umurunda değildir. Bundan sonra Türk Dünyası etkinlikleri kapsamında bir umut! Ona da Belki! diyorum.
Çünkü, Türkçe konusunu sadece kültürel, sosyal konularda değil teknik konularda da çok ıskalıyoruz.

Bir de, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Azerbaycan Kültür Bakanlığı’nın faaliyetlerini incelemeli ve oradan örnekler alınabilecek projelerle kültürel hizmetlerini yoğunlaştırmalıdırlar. Azerbaycanlı gardaşlarımızı, Azerbaycan devletinin temsilcilerini çok başarılı buluyorum. Çok güzel çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmaların hiç birini T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı faaliyetlerinde göremiyorum. Neden yoğun şekilde işbirliği içinde değil!

Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Kültürdür.” derken, neyi kastettiği nasıl anlaşılıyor bilmiyorum ancak, bakanlıkta dahil birçok etkili ve yetkili bu alanda sosyal medyayı hiç iyi kullanamadıkları gibi, kültür adına, geçmiş değerler adına ve geleceğe taşıma adına çalışmaları çok yetersiz kalıyor.
Bu konu da görev yapan ilgili ve yetkililer Azerbaycan Kültür Bakanlığı faaliyetlerini de inceleyip, ortak tarih ve kültürümüze yönelikte işbirliği ile örnek projeler üretebilmelidir.

Azerbaycan Kültür Bakanlığı sosyal medya paylaşımlarımdan bazı numuneler sunuyorum, örnek olması açısından.

-Bu gün Əməkdar artist Rahib Əliyevin anadan olmasının 80-ci ili tamam olur.
(-Bugün, saygıdeğer Sanatçı Rahib Aliyev'in doğumunun 80. yıldönümü.)

- Bu gün Əməkdar incəsənət xadimi Ruhəngiz Qasımovanın anadan olmasının 85-ci ili tamam olur. (-Bugün, saygıdeğer Sanat Emekçisi Ruhangiz Kasımova'nın doğumunun 85. yıldönümü.)

- Bugün Azerbaycan milli dramaturjisinin banisi, tanınmış ictimai xadim ve eğitimci Mirza Fətəli Axundzade'nin anadan olmasının 213. yıl dönümü.(-Bugün, Azerbaycan milli edebiyatının kurucusu, tanınmış halk figürü ve eğitimci Mirza Fatali Ahundzade'nin doğumunun 213. yıldönümü.)

Azerbaycan edebiyatının kurucularından, şair, yazar Mirza Fətəli Axundzade’nin birçok özlü sözü bulunuyor. Bunlardan bazıları şöyle;

"İnsanın yedi görevi vardır. Bir kimse bu görevlerin hepsini yaparsa kamil insan sayılır; bir kısmını yaparsa eksik insan sayılır; hiçbirini yapmazsa insan kategorisinden çıkar, hayvan kategorisine girer. Birinci görev, insanın kötülüklerden uzak durmasıdır. İkinci görev, iyilik yapmaktır. Üçüncü görev, zulme karşı mücadele etmektir. Dördüncü görev, toplumdaki hemcinsleriyle dayanışma içinde yaşamaktır. Beşinci görev, ilmin yolunu izlemektir. Altıncı görev, ilmi her yere yaymaya çalışmaktır. Yedinci görev, kişinin kendisiyle ittifak halinde olan toplumda, hemşerileri ve aynı görüşte olan insanlarla birlikte, meşru haklarını korumak için gücü ve kudreti ölçüsünde mücadele etmesidir.

- Böyle bir milletin insanının yokluk âleminden varlık âlemine adım atıp gerçeği anlaması, ama bunu cahil hemşerilerine anlatamaması ve bu dünyadan hüzün ve hasretle ayrılması büyük bir talihsizliktir.
-...Alfabem yüz yıl sonra Doğu edebiyatında önemli bir yer edinecek ve bu alfabeyle yazılmış yeni eserler ortaya çıkmakla kalmayacak, aynı zamanda eski alfabeyle yazılmış birçok eski kitap da bu alfabeye aktarılacak. Elbette o zaman hedefime ulaşacağım ve o mutlu günleri göremesem bile, bu konuda şimdiden rahat olabilirim.

-Halkımın doğuştan gelen yeteneği, Avrupa halklarınınkinden çok daha büyüktür.
-Dinin temel amacı ahlaktır."

12 Temmuz 2025
Sevgi ve Saygılarımla
Bayram Türkmez

NOTLAR - 1857 yılında Mirza Fethali Ahundzade, eski arap alfabesini ıslah etmek amacıyla Arap harfleri temelinde yeni bir alfabe projesi hazırlamıştır. Müslüman ülkelerine ka bul ettirmek amacıyla 1863 yılında İstanbul’a gelmiş, projeyi Türkiye’nin o dönemki Başbakanı/sadrazamı Fuad Paşa’ya sunmuştur. Başbakan’ın/Sadrazamın talimatı ile proje “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye”de tartışılmış, fakat reddedilmiştir.
Mirza Fethali Ahundzade’nin alfabe arzusu günümüzde yaşama geçti ve Türk Cumhuriyetleri arasında Azerbaycan bu alanda ilk adımı attı. Geniş bilgi için.
Kaynak https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/32522

Şahsın biri Cumhuriyet Türkiyesi’nde iki dönem milletvekilliği yapmış, milletvekili yemini etmiş, yemindeki  hükümleri n...
09/07/2025

Şahsın biri Cumhuriyet Türkiyesi’nde iki dönem milletvekilliği yapmış, milletvekili yemini etmiş, yemindeki hükümleri namus ve şerefi üzerine and içerek kabul etmiş, buna istinaden milletvekili maaşı almış ve şimdi de milletvekili emekli maaşı alıyor. Halktan ise hakettiğini sanmadığım itibar da görüyor olmalı.

Sosyal medyada bir dönem “Yeliz” takma adını kullanan
bu şahıs kendini İstanbul değil de “Dersaadet Mebusu” diye tanımlıyor. Kendini işgal altındaki İstanbul’da sanıyor ve nostalji yaşıyor olmalı.

Bu şahıs Cumhuriyet Türkiye’sinde milletvekili yapılmış, eğer Türk kökenli ise Osmanlı döneminde en iyi ihtimalle İstanbul’daki fil ya da deve ahırlarında temizlikçi olurdu.

Aynı şahıs “Aziz Millet ve Büyük Devlet, kanlı 1923 darbesiyle hesaplaşmadan ve helalleşmeden” diye paylaşım yapıyor, doğrudan Cumhuriyeti hedef alıyor ve hesaplaşılması gerektiğinden bahsedebiliyor. Milletvekilliği yapmış bir kişi Cumhuriyeti bir darbe olarak tartışma malzemesi yapabiliyor. Bu şahıs ya da ailesi veya mensup olduğu taraf 1923’ten dolayısıyla bağımsızlığın kazanılmasından, cumhuriyetin kurulmasından ne gibi bir darbe almış bunun cevabını millete vermelidir. Fiilen yıkılmış ve ülkesi işgal altındaki bir Osmanlı’dan 1923 yılında bağımsız bir devlet kurulmuş, Anadolu işgalden kurtarılmış, vatanın namusuna el uzatan işgalciler denize dökülmüş, camilerden işgalcilerin paçavraları indirilip Türk bayrağı çekilmiş, minarelerden ezan sesleri memleket semalarını inletir hale gelmiş, senin vekilliğini yaptığın İstanbul işgalden hürriyetine kavuşturulmuş, vatan sathında hakimiyet kurulmuş, hain şer odakları susturulmuş, işgalcilere methiye düzen ve işgalcilerin figüranlığını yapan şeref yoksunu nesebi gayri sahihler hak ettikleri cezayı bulmuş vesselam bunlardan mı gocunuyorsun da Cumhuriyetle hesaplaşılsın helalleşilsin istiyorsun, sen milleti devlete karşı ayaklanıp hesaplaşmaya mı çağırıyorsun diyecek bir sorumlu vatan evladı çıkmalıdır.

Şahıs hızını alamamış Dersim isyanını kastederek Devletin 50 bin insanı çocuk yaşlı, kadın-erkek demeden katlettiği iftirasını utanmadan atmış. Tarihi gerçeklere taban tavana aykırı böyle bir iftirayı atmak, iddiada ya da imada bulunmak sadece cehaletin sonucu olamaz.

Ayrıca bir hususa dikkat çekmek isterim. Sosyal medyayı kazanç kapısı olarak gören bazı insanlar toplumu provokasyona ve ajitasyona maruz bırakarak tepki oluşmasını sağlamak üzere bu tür paylaşımları yapıyorlar. İnsanlar tarafından tepki aldıkça ya da hakarete maruz kaldıkça profesyonel yardımcıları vasıtasıyla insanlara manevi tazminat ve ceza davaları açarak tabiri caiz ise yasaları istismar edip yargı yoluyla kazanç temin ediyorlar.
Şu iki paylaşıma 500 kişi onun istediği şekilde hakaret içeren cevap verecek olursa en az 500 kişi x 50.000 TL manevi tazminat talep edecek demektir. Ceza davasından da arabulucu vasıtasıyla vazgeçebilmek için adam başı en az 30.000 TL (500x30.000) talep edecektir.

Sonuç hem saçma sapan isnatlarda bulunmuş, iftira atmış, hem bunlarla milletin sinir uçlarıyla oynamış olacak, böylece kendi siyasi ve sosyokültürel çevresinden alkış alacak ve bu arada oltasına takılan insanlardan da para toplamış olacak.

Ayrıca bu paylaşımların masum olmadığına, art niyetle yapıldığına hatta MHP seçmeninde infiale sebep olarak Cumhur İttifakını zora sokmaya yönelik kasıtlı hareketler olduğuna inanıyorum.

Mustafa Hidayet Vahapoğlu
(sayfasından alındı)

"İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara,  insanlığa hem börtü bö...
09/07/2025

"İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara, insanlığa hem börtü böceğe, kurda kuşa...

Sosyal medyada sabahtan akşama Azerbaycan'ı kötülüyen, kardeşliğimize zarar vermeye çalışan, Türkü Türkten koparmaya uğr...
08/07/2025

Sosyal medyada sabahtan akşama Azerbaycan'ı kötülüyen, kardeşliğimize zarar vermeye çalışan, Türkü Türkten koparmaya uğraşan bir takım odaklar, sayfalar ve kişiler, Türkiye ile beraber KKTC'ye sahip çıkan Azerbaycan'ın yaptıklarını hiç mi görmezler?

Şimdi hissettiğin o güçlü istek, sana yol gösterecek bir pusula gibidir. Onu takip et. Yarın geriye dönüp baktığında, “n...
08/07/2025

Şimdi hissettiğin o güçlü istek, sana yol gösterecek bir pusula gibidir. Onu takip et. Yarın geriye dönüp baktığında, “neden yapmadım?“ demek yerine, “iyi ki yapmışım!“ demenin huzurunu yaşamak için, harekete geçme zamanı şimdi.
✨İçinde bir arzu varsa, erteleme. Zaman geçtikçe sen değişirsin, enerjin değişir, hayatını belki de en olumlu şekilde değiştirecek o arzu da yavaşça silinir. Bugünün tutkusu yarının pişmanlığı olmasın.

alıntı

Bir gün, bir adam çölde kayboldu.Yanına aldığı azıcık yiyecek ve su çoktan tükenmişti. İki gündür bir damla su bile bula...
07/07/2025

Bir gün, bir adam çölde kayboldu.
Yanına aldığı azıcık yiyecek ve su çoktan tükenmişti. İki gündür bir damla su bile bulamadan umutsuzca dolaşıyordu.
Biliyordu ki, çok yakında su bulamazsa, birkaç saat içinde hayatı sona erecekti.
Ama içinde hâlâ küçük bir umut kıvılcımı yanıyordu. Bu yüzden aramaya devam etti. Vazgeçmedi.
Belki bir yerde su bulabilirim diye düşünüyordu.
Tam o sırada, uzakta bir kulübe gördü.
Önce bunun bir serap olduğuna inandı. Zaten daha önce de çöl, gözünü aldatmıştı…
Ama bu kez inanmaktan başka seçeneği yoktu. Bu, onun son şansıydı.
Kalan son gücünü toplayarak kulübeye doğru yürüdü.
Yaklaştıkça, umudu büyüdü.
Ve nihayet… kulübe gerçekte oradaydı.
Ama yaklaştığında gördü ki, burası yıllardır terk edilmişti.
Yine de içeri girdi. Belki biraz su bulabilirim diyerek…
Ve işte o an, bir el p***ası gördü.
İçini yepyeni bir enerji kapladı, koşarak p***anın başına gitti ve su çekmeye başladı.
Ama hiçbir şey çıkmadı. P***a kupkuruydu, uzun zamandır kullanılmadığı belliydi.
Yıkılmıştı. Yere yığıldı.
Bu sondu, diye düşündü.
Tam o sırada, tavana bağlı bir şişe fark etti.
Zorlukla uzanıp aldı. Tam içecekti ki, şişenin üzerinde bir not olduğunu gördü.
Notta şunlar yazıyordu:
“Bu suyu p***ayı çalıştırmak için kullan.
Ve lütfen… sonra şişeyi tekrar doldur — senden sonra gelecek yolcu için.”
Bir anda korkunç bir tereddüt yaşadı.
Bu suyu içip canını mı kurtarmalıydı?
Yoksa tüm umudunu p***anın çalışacağına bağlayıp suyu içine mi dökmeliydi?
Aklından bin bir düşünce geçti.
Ya p***a işe yaramazsa?
Ya yeraltı suyu bitmişse?
Ya bu not doğru değilse?
Ama ya gerçekten çalışırsa ve bol su çıkarsa?
Uzun uzun düşündü.
Ve sonunda, notta yazana güvenmeye karar verdi.
Titreyen elleriyle suyu p***anın içine döktü…
Ve p***alamaya başladı — tek gücü, içindeki umuttu.
Birkaç denemeden sonra…
Su fışkırdı!
Soğuk, temiz, bolca!
Doyasıya içti. Bedeni canlandı, zihni açıldı, yüreği yeniden yaşamla doldu.
Sonra notta yazdığı gibi, şişeyi tekrar doldurdu ve tavana astı.
Tam çıkmak üzereyken, başka bir şişe fark etti — cam bir şişe.
İçinde bir kalem ve bir harita vardı.
Harita, çölden çıkışı gösteriyordu.
Yolu ezberledi, haritayı yerine koydu, mataralarını doldurdu ve yola koyulmak üzere kapıdan çıktı.
Ama birkaç adım sonra durdu.
Geri döndü. Düşündü.
Sonra kalemi aldı ve notun altına şunu yazdı:
“İnan bana… bu p***a çalışıyor.”
🏜️ Bu hikâye hayattan bahsediyor.
Bize şunu öğretiyor:
Ne kadar zor durumda olursak olalım, umudu asla kaybetmemeliyiz.
Ve bazen hayatta, büyük bir şeye ulaşabilmek için…
en kıymetli olanı feda etmemiz gerekir.
Tıpkı adamın, elindeki son suyu p***a için kullanması gibi.
Bu hikâyede su; bilgi, sevgi, para ya da inanç gibi en değerli şeyleri simgeliyor.
Ve bu şeyleri elde etmek için önce harekete geçmemiz,
vermemiz,
inanmamız gerekiyor.
Tıpkı hayatın p***asına su dökmek gibi.
Çoğu zaman, hayat bize verdiğimizden çok daha fazlasını geri verir.
Ayrıca şunu da hatırlatıyor:
İyilik bulaşıcıdır.
Basit bir not bile bir insanın hayatını kurtarabilir.
Ve o insan da bir başkasına umut olabilir.
Böylece, elden ele, kalpten kalbe,
dünya biraz daha insanca bir yer olabilir.

✅ Eğer bu hikâye sana dokunduysa, paylaş.
Belki umuda ihtiyacı olan birine ulaşır.

Alıntı

“Bugün Azerbaycan’ın istiklalini temsil eden sancağı çekerken, ellerimin bir takım hissiyat ve teessürat ile müteharrik ...
05/07/2025

“Bugün Azerbaycan’ın istiklalini temsil eden sancağı çekerken, ellerimin bir takım hissiyat ve teessürat ile müteharrik olduğunu düşünüyorum; filhakika, sancağı çeken benim ellerimdi. Fakat ellerimi tahrik eden, bugünkü bayramda manen müşterek olan bütün Türkiye halkının hakiki ve samimi kardeşlik hissiyatı idi. Azerbaycan sancağının Türkiye sancağının yanında, Türkiye semasında dalgalandığını görmek bütün milletimiz için büyük bayramdır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1959, c. II, ss. 20-21)

Azerbaycan-Türkiye ilişkileri ile ilgili çok önemli birhusus da şu ki, 1921 tarihli Kars Anlaşması Nahçıvan’a Azerbaycan dahilinde özerklik statüsü tanıyorken, Türkiye ile Nahçıvan’ın, dolayısıyla da Azerbaycan’ın kara sınırı bulunmamakta idi. Atatürk’ün 1930’lu yıllarda özel girişimleri sayesinde İran Şahı Rıza Pehlevi ile varılan mutabakat doğrultusunda, İran’a Türkiye’nin güney bölgelerinden verilen topraklar karşılığında Türkiy’nin Nahçıvan ile 11 km’lik kara sınırı olabilmiştir. https://politikaakademisi.org/2019/10/29/milli-mucadele-doneminde-turkiye-azerbaycan-iliskileri-ataturk-ve-nerimanov-sahsiyetleri/

Ayrıca, 2006 yılında Doktora Tezini Hazırlayan Mehman Ağayev - Danışman: Prof. Dr. Ali Arslan’ın “MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA TÜRKİYE VE AZERBAYCAN İLİŞKİLERİ şu bilgilere yer verilmektedir.

“…Ankara, özellikle Nahçıvan bölgesindeki Azerbaycan Türklerini, Ermeni tecavüzünden korumak gibi tarihi bir misyonu da kendi üzerine almış bulunuyordu.

Bunun için hem askeri , hem de diplomatik alanlarda büyük mücadeleler verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa başta olmakla Türk diplomatlarının büyük çabaları sonucu Nahçıvan Eyaleti Azerbaycan hudutlarında bırakılmıştır.

Ankara, Nahçıvan’ın Ermenilere verilmesine müsaade etmeyerek , bu bölgenin Azerbaycan’ın bir parçası olduğunu Ruslara kabul ettirmiştir.

Bu gibi tarihi gerçeklere ışık tutabilecek kaynaklar arasında Sait Sadıkov’un , Nahçıvan Muhtar Respublikası Tarihinden ( Bakü 1995) ; İsmail Musayev’in, Azerbaycan’ın Nahçıvan ve Zengezur Bölgelerinde Siyasi Veziyet ve Harici Devletlerin Siyaseti ( 1917 – 1921) (Bakü 1998 ) ; İbrahim E Atnur’un , Osmanlı Yönetiminden Sovyet Yönetimine Kadar Nahçıvan (1918 –1921) ( Ankara 2001) eserlerinin yanı sıra, bizzat o olayları yaşamış 1920-1921 senelerinde Nahçıvan’da bulunan Türk müfrezesinin komutanı olan Veysel Ünivar’ın , Kurtuluş Savaşında Bolşeviklerle Sekiz Ay (1920-1921) ( İstanbul 1997) isimli çok değerli hatıratını örnek gösterebiliriz.

Ayrıca Azerbaycan Cumhuriyeti Siyasi Partiler ve İçtimai Hareketler Devlet Arşivi ( SPİH DA) ‘da bulunan Fon: 609 numaralı dosyalardan da Moskova görüşmelerinde ( Mart 1921) Türk delegasyonunun Nahçıvan meselesi ile ilgili Ruslara karşı vermiş olduğu adeta “diplomatik savaş” hakkında geniş bilgiler elde etmek mümkündür…

1920 yılının son baharında Memduh Şevket Bey’in Bakü temsilciliğine atanmasına karşılık, 1921 yılı Ekim’inde İbrahim Ebilov’un Azerbaycan Büyükelçisi sıfatıyla Ankara’ya gelişiyle iki kardeş ülke arasında diplomatik ilişkiler resmen kurulmuştur…

1917 yılının Kasım’ında Bakü’de iktidarı ele geçiren Stepan Şaumyan’ın başkanlığındaki Taşnak Bolşevik Konseyi kısa bir zaman zarfında Azerbaycan’ın büyük kısmını kontrolü altına almış Azerbaycan Türklerine karşı soykırım siyasetini uygulamıştı.

Tarih literatürüne “31 Mart Soykırımı” şeklinde geçen Bakü faciası ise Ermeni vahşetinin en ağırı olmuştur.

29-31 Mart 1918 tarihinde Bakü’de on iki bin Azerbaycan Türkü katledilmişti ( bkz. Terlan Ağayev, Hızı Bermek Mahalı’nın Tarihi, Bakü, Mütercim Yayınları, 1999, s. 94;

Ayrıca bu devirde Azerbaycan ve İrevan’da Ermenilerin yapmış olduğu vahşetler ile ilgili geniş bilgi için bkz. Vagif Arzumanlı ve diğerleri, 1918. Yıl Gırğınları, Bakü, Öğretmen Yayınları, 1995 ).
Bakü faciasının yankıları o kadar büyük olmuş ki hatta o sıralar Kars’ı ele geçiren Vehip Paşa: “Ben Bakü’yü almak ve Müslümanları kurtarmak için Türk Ordusunun oraya gönderilmesini zaruri hesap ediyorum” şeklinde beyanda bulunmuştu

( bkz. Cemil Hasanlı, Azerbaycan Cumhuriyeti Türkiye Yardımından Rusya İşgaline Kadar (1918-1920 ), Çev. Aslan Erturun, Ankara, Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları, 1998, s. 81 ). 14 Hasanlı, a.g.e., s. 85. 15 )

Bolşeviklerin Rusya Kurucu Meclisi’ni dağıtması üzerine Güney Kafkas Geçici Hükümeti “Seym” adını taşıyan bir meclis oluşturmuştu.

Devam edecek.

Sokrates şöyle derdi:“Dilin yanlış kullanımı, ruhun içine kötülüğü sokar.”O, gramerden bahsetmiyordu.Dilin kötüye kullan...
05/07/2025

Sokrates şöyle derdi:
“Dilin yanlış kullanımı, ruhun içine kötülüğü sokar.”
O, gramerden bahsetmiyordu.

Dilin kötüye kullanımı; politikacıların ya da reklamcıların yaptığı gibi, kazanç elde etmek amacıyla,
ama kelimelerin anlamına dair hiçbir sorumluluk taşımadan kullanılmasıdır.

Dil, bir güç ya da kâr aracı haline geldiğinde yozlaşır:
yalan söyler.

Ama dil, kendi başına bir amaç olarak kullanıldığında —
bir şiiri söylemek ya da bir hikâyeyi anlatmak için —
gerçeğe yaklaşır.

Bir yazar, kelimelerin anlamının önemli olduğunu bilen kişidir:
Ne söyledikleri ve nasıl söyledikleri fark yaratır.
Yazarlar bilir ki, söz, onların gerçeğe ve özgürlüğe giden yoludur.
Bu yüzden kelimeleri dikkatle, düşünerek, hem korkuyla hem de sevinçle kullanırlar.

Sözü yerli yerinde kullanmak, ruhlarını güçlendirir.
Masalcılar ve şairler, hayatlarını bu beceriyi öğrenmeye adarlar:
Sözcükleri doğru kullanma sanatı.

Ve onların kelimeleri, okurlarının ruhunu daha güçlü, daha aydınlık, daha derin kılar.

— Ursula K. Le Guin

edamutfakta sayfasından alındı

Kendimizi kandırsakta, ruhumuz!  Bu duygusal duruşumuz bizleri eviriyor, çeviriyor bir şekile sokuyor ancak kendimize ge...
04/07/2025

Kendimizi kandırsakta, ruhumuz!

Bu duygusal duruşumuz bizleri eviriyor, çeviriyor bir şekile sokuyor ancak kendimize gelene kadar da arada yaşayan küslükler, kırgınlıklar ve alınganlıklar yaşamımızın en güzel zamanlarını da alıp götürüyor.

Türk Milleti olarakta duygusal bir kültürel yapıya sahibiz. Aklın önünde tutuyoruz ve en kırılgan yanımız ister istemez ortaya çıkıyor.

Bu konu da en mağdur olanlar bizim Anadolu Türk insanı olup, milli mücadele döneminde Kazım Karabekir Paşa’nın şu sözü önemlidir. “… Ey Türkoğlu! Sen pek safsın, seni herkes aldattı. Erdim diyen, döndüm diyen, çemberinden atlattı".

Milli Mücadele dönemini unutturup ya da içini boşaltıp , Türk Milletinin milli direncini kırmaya yönelik projelerini uygulayan etnik ırkçılar ve dinsel bölücülerin her dönem var olduğunu, hatta günümüzde daha da örgütlü şekilde faaliyet gösterdikleri asla unutmamak gerekiyor. Duygusal kaynaklı bölünmelerden en çok yararlanan bu bölücülerin olduğu da ortadadır.

Milli Mücadele savaşımızdan yeni çıkmış bu milletin kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1924 yılında alınan kararlarla düşmanla işbirliği yapan ve adına 150’likler denilen işbirlikçilerin varlığını nasıl yok sayarız! Bu işbirlikçiler idam edilecek iken sayıları çok olmasına rağmen sadece 150 kişinin sürgün edilmesi önemli bir tarih belgesidir.
Bu işbirlikçilerin 1927 yılında Türk Vatandaşlığından çıkarılması ve Atatürk’ün ölüm döşeğinde yatarken yerine vekalet eden Celal Bayar’ın Meclisten genel af çıkarılmasını sağlamasıyla birlikte hainlikleri ortadan kaldırıldı, çocuklarına torunlarına 1950 yılına kadar devlette görev verilmemesi de yasa ile bağlandığı gerçeğini nasıl unuturuz! Sürgün edilen ve af ile birlikte geri dönen 90 civarındaki sürgün aile acaba yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, Kurucu İradeye ve dönemin TBMM ile başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere milli mücadelenin kahramanlarını size saygıyla, sevgiyle anıyorlarmı? Hayır!

Bugün bile siyasette yapılan, beklenmedik ezber bozan konuşmalar düşün sistemimize yararlıdır. Toplumsal olarak düşünceye sevkedilip, sabit ve şartlarmışlıklardan kurtulmak bile insanda büyük bir gelişmedir.

Ülkemizin son 60 yıllık tarihine bakın. Sağcı-Solcu, Komünist-Faşist, Sünni-Alevi, Laik-Antilaik, Türk-Kürt…gibi kavramlarla bölmeye, çatıştırmaya ve birbirine kırdırmaya çalıştılar, Tüm bunlarda, sorgulamayan duygusal yaklaşımların etkili olduğunu görürüz. Daha bunlardan da ders alamıyorsak yapacak bir şey yok.

Zor olacaktır mutlaka ancak aklın ve bilimin yolunu bulmamız şarttır.

Saygılarımla
Bayram Türkmez
05 Temmuz 2025

Address

Golbası

Opening Hours

Monday 09:00 - 17:00
Tuesday 09:00 - 17:00
Wednesday 09:00 - 17:00
Thursday 09:00 - 17:00
Friday 09:00 - 17:00
Saturday 09:00 - 17:00
Sunday 09:00 - 17:00

Telephone

5355673077

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Gölbaşının Sesi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Gölbaşının Sesi:

Share